OBEZİTE, SADECE DURMADAN YEMEK MİDİR?

OBEZİTE, SADECE DURMADAN YEMEK MİDİR?

Günümüzde obezite yaygın bir sağlık sorunu olarak görülmektedir. Obezite vücut yağ oranının artışı olarak tanımlanmakta ve en yaygın haliyle beden kitle indeksinin (BKI) hesaplanması (BKI=kilo(kg) /boy(m²) ile değerlendirilmektedir. Beden kitle indeksinin 18,5-25 kg/m² arasında olması sağlıklı kilo anlamına gelirken, BKI’nın 25-30 kg/ m² olması olası artmış risk, BKI’nın 30 kg/ m² ve üstü olması obezite anlamına gelmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünyada 1 milyardan fazla kilolu insan bulunuyor. Türkiye’de ise kadın nüfusunun yaklaşık üçte biri, erkek nüfusunun da yaklaşık beşte biri obez. Son verilere göre ise ülkemizde obezite yaygınlığı 30 yaş üzeri erkeklerde %21, kadınlarda ise %43.

Obezite tedavisinde pekçok yöntem kullanılmasına rağmen obezite yaygınlığı gün geçtikçe artmakta. Bu durum bize tedavi sürecinde sadece fiziksel belirtilere odaklanmanın yetersiz kaldığını ve kişiyi sürekli yemeğe iten şeyin yani altta yatan faktörlerin anlaşılması kapsamında yeni tedavi/terapi süreçlerine götürmüştür. Özellikle obezite tedavisinde uygulanan “kilo alma-kilo verme” odaklı mekanik yaklaşımlar kişinin özellikle süreç başında istenilen şekilde kilo kaybı olmazsa motivasyonun yitirilmesine sebep olurken aynı zamanda verilen kilolarında tekrardan geri almaya eğilim olduğu gözlemlenmektedir.

Tedavi/terapinin asıl amacının kişinin “kiloya odaklanması” değil, obeziteye neden olan psikolojik faktörlerin keşfedilmesini sağlamak olmalıdır. Bunları keşfeden kişi kilosuna odaklanmak yerine, değiştirmesi gereken şeyler ile ilgili yaratıcılığını ve esnekliğini kullanma becerisine sahip olacaktır.

Hayat akıp giderken dünyaya geldiğimiz anlardan itibaren sahip olduğumuz çeşitli roller vardır. Bu rollerin içindeyken de yerine getirmemiz gereken temel görevler, hayattan ve çevremizden beklentilerimiz aktif olarak devrededir ve her evreyi/her rolü takılmadan, travmatize olmadan atlatmamız gerekmektedir. Obezitede ise roller beden üzerine toplanıp, hapsolmuştur. Kişi en erken dönemde sadece “yiyen, emen, memeye muhtaç olan” rolünde sağlanıp kalmıştır. Hissedilen tüm duygular öfke, sevinç, acı vb. gibi duygular bedene yani “yiyen” rolüne bastırılır. Duygu ve beden ayırt edilemez parçalar halinde birbirine dolanmış bir hale gelir.

Obez bireyler zevkin gecikmesinden rahatsız olurlar, hazzı erteleyemezler. Hazzın ertelenmesine karşı gösterilen tolerans erken dönemde anne-bebek ilişkisinde öğrenilir veya öğrenilemez bir tablo halini alır.

Beslenme/meme emme hazzının ertelenmesi ve bebeğin bu dönemde sakinleştirilebilmesi “anne”ye bağlıdır. Bebek meme istediğinde, biyolojik saatinin fark edilmesi ve gerek duyulmayan emme davranışı isteği karşısında bebeğin tensel temasa ihtiyacının olabileceğinin düşünülmesi, bebeğin ihtiyaçlarının karşılanıyor olması gerekmektedir. Anne, bebeğin biyolojik ihtiyaçlarını fark etmeyip, bebeğin her haz arayışında ona meme ile karşılık veriyor olması kişinin duygularını “yemeğe gömmesine” neden olur. Bebek, yemeğin dış dünya ile bağ olduğunu, sakinleştirme aracı olduğunu ve kolayca ulaşılabilir boyutta olduğunu fark ettiği durumda kendini “aşırı yemekten” koruyan tüm kontrolleri kaybeder.

Erken dönemde bebeğin, kendi ile dış dünya arasındaki ayrımı fark etmeye başlamasıyla birlikte sosyalleşme gerçekleşir. Sosyalleşme peşinden “ötekilerin” bakışını fark etmeyi ve bedenle ilgili fikirlerin oluşmasını sağlar. Bebeğin ilk sosyalleştiği kişi kendisine “bakım” veren annesidir. Annenin, bebeği bütün olarak algılamaması, ona tiksindirici, kusurlu, düzeltilmesi gereken, donuk ve fark etmeyen gözlerle bakması ilk sosyalleşme deneyimini sekteye uğratır. Obez bireylerin beden imajlarına yönelik yoğun bozuklukları vardır. Kendilerine dışarıdan baktıklarında tıpkı ilk bakan göz gibi kusurlu olarak algılarlar bedenlerini. Beden algısındaki bozukluk sosyal işlevlerinde bozulması ile bir kısır döngüye girer.

“Yetersizlik” obezite sarmalındaki bir diğer durumdur. Bu yetersizlik en başta anne-bebek ilişkisinde görülür. Anne ne yaşıyorsa, bebek bunu bedenine hapsolmuş bir şekilde deneyimler. Anne bebeği kendi yetersizliğinden dolayı ya aşırı besler ve çocuk doyduğunun farkına varmaz ya da annenin ihmalkarlığını nedeniyle bebek yiyecekle karşılaştığında annenin boşluğunu doldurmak için durmadan yer. Obezite ile mücadele eden bireylerdeki “tıkanırcasına yeme (binge eating) bu dönemden temel alır. Yoğun yetersizlik hissi ile dünyada var olabilmek oldukça zordur. Kişi gittikçe ruhsal olarak küçülürken buna bağlı dünyada fiziksel olarak daha fazla yer kaplamaya başlar. Fiziksel olarak yer kaplamak, ruhsal olarak yapılamayanın sağlıksız olan kısmıdır. Yetersiz aynı zamanda önce acı veren duyguların hissedilmesini karşı toleransı azaltırken, sonra tüm alanlara yayılır ve kişi hiçbir duygusunu kucaklayamaz hale gelir. Obez bireylerin çoğu çok üzgün bir olaydan bahsetseler bile gülerek ve sanki neşeli şeylerden bahsediyorlarmış gibi anlatılar. Bu da duyguların iç içe geçmesinin ve kabul edilememesinin bir göstergesidir.

Obezitenin Sağlıklı Tedavisi İçin;

  1. Ruhsal Boşaltım: Obez bireyler an’da kalmakta, “şimdi ve burada” olmakta zorluk çekerler. An’dan kopuk olmak, iletişimi güçleştirirken, duyguları fark etmek ve ifade etmede zorluğu da peşinden getirir. Sadece sözel olarak ifade etmeye dayalı olan terapi yöntemleri bu anlamda süreci yavaşlatabilir ya da yetersiz kalabilir. Obez bireylerin terapisi için eylem metodu içeren “psikodrama ya da sanat terapisi” formatındaki terapi metodları daha işlevseldir. Hareket ederek çalışmak, duygusal olarak rahatlamayı beraberinde getirirken, kişinin ruhsal boşaltım yapmasını sağlar.
  2. Başkası Olma: Kişinin kendi bulunduğu rolden çıkarak “öteki” olması, yeni bir bakış sağlarken, kendine ait olmayan duyguların fark edilmesini ve bırakılmasını sağlar. Kişi başkası olduğunda kendine, bedenine tarafsız bir göz ile bakabilme cesaretine sahip olur. En önemlisi de içinde bulunduğu bedenden çıkıp, kendine bakma imkanı sağlayan “başkası olma” beden algısının da düzelmesini sağlar.
  3. Yemeğe Yönelmeyi Sağlayan Faktörlerin Keşfedilmesi: Kişinin tüm psikolojik alt yapısını keşfetmesi, yemeğe sadece “fiziksel bir faktör” olarak bakması tıkanırcasına yeme ataklarını azaltan ve ortadan kaldıran bir süreçtir.
  4. Duyguların Kucaklanması: Tüm duyguların öncelikle “derinlemesine” hissedilmesi gerekir. Özellikle terapi sürecinde kişinin yoğun ağlamaları çok işlevseldir. Kişinin duygularını kabul ediyor olması ve ağlamak gibi yaşantılaması, istenilmeyen duyguların rahatsız edici etkilerini ortadan kaldırır.
  5. Problem Çözme Becerilerinin Gelişmesi: Yaşanılan zorlukların bedene bastırılmadan çözüme kavuşturulacak “baş etme stratejilerinin” öğrenilmesini içerir. “Hayır” diyebilme gücüne sahip olmak bu anlamda önemli diğer faktördür.
  6. Kişinin Kendisini Özel Hissetmesi ve Gücünü Fark etmesi: Tüm erken dönem takılmaları sonucunda gelişen kendini “yetersiz, değersiz” algılamalarının bedende imaj bozukluğu yaratmasının karşıtı olarak “biricik ve sadece kendi o olduğu için” özel hissetme duygusunu deneyimlemesi kişi için son derece önemlidir.

 

Konuşma Başlat
Mesaj Gönder